EMMA WATSON FANSCLUP
  Daniel Radcliffe Röportajı
 

Daniel Radcliffe’in Kişisel Sitesinde Yayımlanan

Röportajı (Eylül 2005)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Daniel Radcliffe ile röportaj yapmak için bir odada beklerken hazırlanmak adına ne yaparsın? Hiçbir şey – Buna yetecek zaman yoktur... En azından o odaya girip tokalaşma ve hoş geldin kucaklaşması için aniden bana doğru yürürken yeterince zamanım olmadığını düşündüm . Ve elbette daha sonra olacaklar belli: Çay saati. Tamam, tamam. Kabul ediyorum. Ben çay aldım, o diet kola.

Bu röportajı daha eğlenceli kılmak için bu kez farklı şeyler denedik. DanRadcliffe.com adresinden belli başlı bir hareket noktamız olsun diye üzerinde konuşabileceğimiz başlıkları toparlayarak bir konu listesi çıkardım. Bu konuşmamızın baştan sonra ilginç geçeceğinin bir kanıtıydı.

Başlarken... ah evet, bakalım – az önce bahsettiğim konu listesiyle başlayabilirdik. Beraberce bu başlıkları düzenlerken Dan, artık büyüdüğü için sevmediği Pokemonları onun favori listesinden çıkardığımdan emin olmak istedi. (aslında ben bunu 2 yıl önce yapmıştım) Simpson’ları seviyor ve hâlâ ilgiyle takip ediyor.

Daha başka.. Ah evet. — gruplar... Aldığım duyumlar arasında birkaç grup var: The Thrills, Jet, ve Darkness. Jet diğer iki grubun aksine Dan’in Rolling Stones’a artan saygısı yüzünden (alkış) eski önemini kaybetti. Kim bilebilir... Onları bir süre önce listeden çıkarmıştım zaten.

"Tuttuğu hokey takımı" konusuna gelince. Evet, - biz onun video oyunlarından rast gele bir isim seçtiğini zaten biliyoruz fakat nedenini bilmiyorduk. Dan açıklıyor, " Evet bu oyun bende vardı ve tam da dediğim gibi sadece ismini çok beğendiğim için almıştım. İzlediğimiz hayvan belgesellerinde çöl tilkisini (coyote) çok severdim. Kurtlar ve tilkiler hakkındaki programları izliyordum sürekli. İşte seçimimin nedeni!"

Sıra Dan’le birlikte kafanızı karıştırmak için hazırladığımız plâna geldi. HAYIR! Şaka yaptım!! Niyetimiz GERÇEKTEN bu değildi. Yemin ederim... Aslında elimdeki liste üzerinden sohbet ediyorduk ve sonra bir başka konu açıldı ve derken bambaşka şeyler konuşmaya başladık. (Kaydın tamamını göndermeyişim bu yüzden. Kafanız karışabilirdi) Burada bir nokta koymaya ve sizin için mümkün olduğunca ızdırapsız bir şekle girmesine çalışacağım. Öncelikle- Harry Potter ve Ateş Kadehi...

Dan labirentteki sahnelerden birinden bahsederken Mike Newell'ın müthiş şevkli bir yönetmen olduğunu anlattı. "Bir sahnede Mike bana fikir vermek açısından bir hareketi nasıl yapacağımı göstermek istedi... Yerdeydim ve oradan buradan üzerime gelen büyüleri savuşturmaya çalışıyordum. Ve sonra Mike aşağıya indi, etrafta bir o yana bir bu yana salınarak bana ne yapılması gerektiğini göstermeye çalıştı. Ve yaptı da. Bu sahne Phelp ikizlerinin birbiriyle dövüşmeleri gereken yerdeydi. Mike aşağıya indi, Phelp ikizlerinden biriyle güreşti neredeyse. O kesinlikle becerikli bir yönetmen."

AK’yle ilgili konuştuğumuz bir diğer konu, Sınıf Başkanlarının banyosu sahnesiydi. Dan sette bu işlerin nasıl yürüdüğünü tekrar hatırlattı "Aslına bakarsan pek görünmüyorum. Çünkü üzerimde bornozla geliyorum ve teorik olarak onun altında çıplağım. Ama aslında üzerimde –ki emin ol kesinlikle giymek istemezdin- ten rengi bir iç çamaşırı vardı. Kimin bu elbiseyi tasarladığını bilmiyorum ama ten renginden iç çamaşırı kesinlikle modaya damgasını vuracak!"

Bu sahnenin kostümünün bir boxerdan ibaret olup olmadığını sorunca Dan yanıtladı "Hayır hayır, boxer değil, daha çok yüzücülerin mayolarını andıran çamaşırlardı ve gerçekten herhangi birinin böyle bir şeyi giymek isteyebileceğini düşünemiyorum bile! O bedenimin üst kısmının göründüğü yarı çıplak bölümü görmedim. Fakat ondan sonra gelen banyo bölümlerini izledim. Mızmız Myrtle’la olan bölümler, gerçekten komik. Çok iyi bir sahne ama sinemada öyle görüneceğim için biraz gerginim."

Ateş Kadehinin şu oldukça popüler banyo sahnesinden konuşup Dan’e soğuk terler döktürdükten sonra ona küçük bir mola vermeye karar verdim ve elimdeki konu başlıklarına bir dönüş yaptık. Kitaplar- favorilerine birkaç tane daha eklemişti: Emile Zola’nın Tohum’u ve Louis De Bernieres’nin “Don Emmanuel'in Alt Tarafları” adlı romanı.

Dan biraz Tohum’dan bahsetti, "Harika, Kuzey Fransa’da bir maden köyünde, toprak sahipleri ve işçiler arasında geçen bir hikaye. Beğendiğim yönü, işçilerin haklı, patronların haksız olduğunu ya da tam tersini söylemiyor oluşu. Savaşan iki tarafın da haklı olması trajedinin doğasındandır. İki taraf da hem haklıdır, hem haksız. Herkesin ve her şeyin çaresiz kaldığı andır bu an. Gerçekten etkileyici bir kitap. Fransız İhtilalinin ardından yazılmış ve ben gerçekten çok beğendim. (Bu arada Dan listeye “Don Emmanuel'in Alt Tarafları”nı ekliyordu)...".

Dan bu yaz on altı yaşını bitirdi ve bu, onun sette daha fazla zaman geçirebileceği anlamına geliyor. Fakat o böyle düşünmüyor. "Harry Potter filmlerini yaparken neredeyse her gün setteyim zaten, bence önceki çalışma saatlerim gayet iyi. Aynen devam edeceğim."

Neden daha fazla mesai yok? Eh, çünkü Dan gayet başarılı geçen GCSE* sınavlarının ardından AS Level için çalışmaya başladı. Dan İngiliz Edebiyatı, Tarih, Din ve Felsefe alanlarında yoğunlaşmayı düşünüyor. Neden Din ve Felsefe?

"Kavramlar üzerine düşünmeyi gerektiren konuları seviyorum çünkü. Matematik dediğin nedir, "iki iki daha dört eder", "üç iki daha beş eder". Matematik, sana cevaplar verir. Oysa felsefede soru “iki iki daha kaç eder?” değildir. Felsefenin sorusu şudur: “iki nedir?” Bu, nesnelerin aslında ne olduklarıyla; anlam ve gerçeklikle ilgili. Ve benim çok ilgimi çekiyor çünkü ancak bunlar üzerinden kendi düşünceni oluşturabilirsin."

Klibi dinleyecek olursanız benim bu yıl okulda yaptığım felsefe tercihine de değinen bir sohbete başladığımızı göreceksiniz. Lâf lâfı açtı ve sonunda kendimizi Philosophical Kings ve Dan’in AS Düzeyi hakkındaki düşüncelerini konuşurken bulduk.

"Evet! Philosopher Kings’i yeni yeni dinlemeye başladım ve bence muhteşemler, çünkü bizimle aynı yollardan geçmişler. Burada oturup seni felsefi bir analiz için yüreklendirebilir, destekleyebilirim çünkü bu bütün filozoflar için çok önemli olmuştur. Gerçekten bulunmaya değecek, tercih edilesi bir pozisyon.. Çünkü 'AS' Düzeyi, GCSE’lerden biraz daha farklı, daha fazlası. GCSE’lerde konuyu alıyorsun, iyice hazırlanıp, çalışıp, öğreniyorsun çünkü seneye gideceğin okul için bunları yapman gerekiyor. 'AS' Düzeyi’nde ise bundan fazlası var. Bütün gün oturup hayat hakkında kendi fikirlerini edinmek için düşünebilirsin. Bunlar aynı şeyler değil. Bu, kendin hakkında daha fazla sorumluluk aldığın, tamamen farklı bir çalışma şekli. Öğretmen “Biz size bu işi veriyoruz, gidin ve kendi yolunuzu bulun” der ve bu bana kalmıştır, işte benim almaktan çok hoşlandığım bir sorumluluk. Hep sorumluluk alma konusunda başarısız olacağımı düşünmüştüm ama.. Yani işte, şeker, Mars çikolatası… Bunlar asla değişmez!".

Evet – neticede yine elimdeki kâğıtlara dönmüş durumdayız. Mars Çikolataları şimdi ve ilelebet onun en sevdiği çikolata olacak.!!! Gezdiği ülkelere iki tane daha eklediğini söyledikten sonra beş yaşındayken gittiği Türkiye’de başından geçen bir olayı anlatıyor. "Harikaydı aslında gerçekten çok güzeldi... Bir çocuk beni boğmaya kalktı! Küçüktüm, beş yaşında falandım. Diğer çocuk da öyleydi. Kafamı suyun altına soktu, ben de “Hayır, bu hiç de eğlenceli değil” diye düşünmeye başladım ve tekrar suyun üstüne çıkmak için bayağı çırpındım. Ama sonra bir şeyim kalmadı, gayet iyiydim." Tamam, açıklamak için söylüyorum, kesinlikle onun hâline gülmüyorduk, onun güldüğüne beraberce gülüyorduk.

Aynen devam edelim... Aktrisler- Hayranı olduğu bayan yetenekler arasına Natalie Portman’ı da ekledi. Diyor ki, "Onların en büyük özelliği hepsinin çok güzel, fakat aynı zamanda harika oyuncular olmaları.".

Diğer büyük yeteneklerden, Kirsten Dunst, Nicole Kidman ve Scarlett Johansson ve diğer birkaç isimden bahsederken, ona hayranlarının beklentilerinin kendisinde nasıl bir karşılık bulduğunu sordum. " Gerçekten insanların benden bekledikleri üzerine pek kafa yormuyorum. Sadece yapmam gereken… Ben, insanların beklentisini ne kadar karşılıyor diye düşünmeden, kendi üstüme düşeni yapıyorum. Eğer karşılıyorsa ne mutlu bana, ama karşılamıyorsa yapmak istediğimi mümkün olduğu sürece mükemmelen yapmaya çalışırım. Mutlu ve umutluysam sorun yoktur." şeklinde karşılık verdi.

Her zamanki gibi yine karanlık tarafa geçip ikimizi de gayet mutlu ediyora benzeyen bir konu başlığına, müziğe geldik. Müziğin popüler kültürün bir yansıması, bir aynası oluşunu ele aldık. Bu kez Dan’in basın danışmanı, işin nereye varacağını bildiği için gözlerini deviriyor. Ona göre aklımızdakilerin tamamını söylemek için 16 saate ihtiyacımız varmış. Öyleyse süre başlasın, bakalım ne kadar uzağa gideceğiz.

Dan şöyle dedi: "Razorlight’tan Johnny Borrell çok güzel bir şey söylemişti. Bir reklâm ya da öyle bir şey için müzik yazan bir grup hakkında konuşuyordu. Kendi şarkılarından birini vermesi için aynı anlaşmanın kendisine de teklif edildiğini söyledi. Ve dedi ki “âşık olduğunda ya da hayatının en önemli anlarından birinde bir şarkıyı dinlemiş biri bu şarkının olur olmaz her yerde ve her anda karşısına çıkarak anlamını yitirmesini, o özel anların mahvolmasını istemez.” İnsanların bir müziği ya da grubu reklâmda, tanıtımda duyup beğenmesi çok yazık. Müzik bu şekilde dinlenmemeli. Bugün pop müzik yetmişlerde olduğundan çok farklı bir durumda. Çünkü o yıllarda bir Blondie, bir Beatles vardı ve şimdi pop müzik adına üretilen şeylere bakıyorum. Burada (İngiltere’de) bence gerçek bir yıldız ve yetenekli bir sanatçı onların yolundan gitmek ister. Güzel olan bu. Gerçekten çok derinlemesine düşünmedim ve bu noktada fikirlerim tam şekillenmiş değil. Galiba bugüne kadar bana sorulmuş en zor soruydu.

Pop idollerinin sembolize ettikleri şeyler hakkında uzun bir sohbette biten, toplumun müzik anlayışı konusunda yapılmış bu zekice analizler arasında mekik dokurken zaman geçiverdi. Uzun lâfın kısası, uzun bir konuşmanın ardından, yaptığını “şöhret” olmak için değil sanatına olan tutkusundan dolayı yapan insanları dinlemenin daha hoş olduğu konusunda fikir birliğine vardık.

Biz böyle konuşurken Dan oyunculuğun yanı sıra yazarlık tutkusunu hayranlarıyla paylaşmak istedi. Daha doğrusu o bir kitap yazmak istiyor. Fakat yazma plânları hakkında konuşmaktan hoşlanmıyor. Diyor ki, "üzerinde çalıştığım bir şey hakkında herhangi birine herhangi bir şey demişsem eğer, yazdıklarımı tekrar okuduğumda onlardan nefret etmeye başlıyorum. Hemen vazgeçiyorum.” Bunun üzerine madem öyle, daha önce yazıp bitirdiği bir şeyden bize bahsetmesini istedim ve Dan detaylı bir açıklama yapmayı memnuniyetle kabul etti.

"Daha önce yazdığım bir şey... Yani aslında genelde okulda yazıyorum. Okul için ödev tarzı bir şeyler yapmayı, karakterler üzerinde çalışmayı çok seviyorum. Hiç Konuşan Kafalar’ı izledin mi? Temelde hayatları hakkında hikâyeler anlatan karakterlerdir. Böyle birçok çalışmam oldu. Bir tanesi bir çocuğun ailesiyle arasındaki ilişki hakkındaydı. Evet, yani, sadece karakter çalışması, büyük bir konu eğil. Çünkü birçok arkadaşım sürekli böyle muazzam konular seçiyorlar, savaş gibi. (WWII Ordu subayı taklidi yaparak) "Sipere gittim ve çakıyla SEKİZ YÜZ Alman öldürdüm!" ya da "bir futbol maçı yapıyorduk ve ben takımım için YİRMİ gol attım." gibi iddialı şeylerden gerçekten hiç hoşlanmıyorum ve yapmıyorum da zaten. Sadece iddiasız karakterler, aileler hakkında bir şeyler yazmayı seviyorum".

Madem karakterler hakkında çalışmayı bu kadar çok seviyor benim gibi ödev yapmakla yetinmeyip çalışmalarını ilerleterek bir senaryo yazması gerektiğini söyledim. Bu ilgisini çekti ve bir senaryo yazma programı olduğundan bahsetmeye başladı. Ama yine konudan sapıyoruz. Konuşmaya -ee röportaja- geri dönelim. Evet.

Sürekli Dan'in inanılmaz mizah yeteneğinden bahsediyoruz. Ben de ondan bana bir fıkra anlatmasını istemeye karar verdim. İşte geliyor:

Dan: Bob Marley donat/çekerli çöreğini nasıl sever?
Jenna: *Omuz silkme* Bilmem
Dan: Wi' jam in! (?).

Dan bu fıkrayı gerçekten çok seviyor, bunun "evet soğuk ama iyi bir espri” olduğunu söylüyor. Hoşgörün. Kahkahalar kesildikten sonra Mike Leigh’in son oyunu 2000 Yıl’dan edindiği izlenimlere geçiyoruz. "Çok ilginçti. Daha önce gidemediğim epik tiyatronun en büyük eserlerinden birini görmek istemiştim. Bunu bekliyordum ama umduğumu bulamadım. Yine de ana karakter kesinlikle muhteşemdi. Çok beğendim. Hikâye, lâik bir Yahudi ailesi, tarihleri ve politik yaklaşımları hakkındaydı. Gerçekten ilginçti.” diye açıkladı Dan.

Arkanıza yaslanmakta acele etmeyin. Gayet garip bir soru var sırada çünkü. İşte geliyor: Bir kızı etkilemek için söylediğin ya da yaptığın en saçma şey nedir? Hemen cevabı yapıştırdı: "Merhaba, ben Harry Potter... HAYIR!!!!! (gülüyor) Bilmiyorum.. Ne söyledim... Ben genelde ne söyleyeceğimi bilemem ve rezil olurum. Asla o korkunç çıkma teklifini denemedim, anlamıyorum siz nasıl... Onlardan biri hiç sana karşı kullanıldı mı? Bir kız nasıl olur da 'Ah, açıkça görülüyor ki sen bana yaklaşmak için bu yöntemi kullandığına göre çok zeki birisin, kesinlikle seninle çıkmalıyım.' der bilmiyorum. Bunun nasıl işe yaradığını gerçekten anlamıyorum ve asla denemem. Şimdi durum o kadar kötü değil ama yine de gerçekten çok beceriksizim ve ne söyleyeceğimi bilemiyorum. ".

Röportajımızda çılgınlığın sınırlarını zorlamaya devam edelim. Ortalığı toza dumana katacak son bir hamle kaldı: evet- işte- korkunç Kelime Çağrışım oyunu. Bu kez herkes bana döndü!!!

Jenna: Sihir.
Dan: Büyü.
Jenna: Müzik.
Dan: Nota.
Jenna: Trajik.
Dan: Mutlu
Jenna: 16
Dan: 20
Jenna: Şöhret.
Dan: Başarı?
Jenna: Çikolata.
Dan: Meyve
Jenna: Jenna
Dan: Co
Jenna: Ha?
Dan: Bilmiyorum. Aklıma gelen ilk kelimeyi söyleyiverdim! Ne anlama geldiği hakkında hiçbir fikrim yok! Meyve, meyve ve çikolata... (Meyve sevmiyor. Ve bu arada Dan’in bilinçaltına yerleşmiş olmalıyım. Artık ayrıcalıklı biriyim... Yihuu!)

Dan: Şimdi ben de sana yapabilir miyim?
Jenna: Ha?
Dan: Aynılarını ben de sana sorayım mı?
Jenna: BANA mı? Bekle, şu kitabı kapayayım bir... Aman tanrım...

Dan: Sihir
Jenna: Asa
Dan: Müzik
Jenna: Nota
Dan: Benden kopya çekiyorsun!
Jenna: Hayır çekmiyorum!!
Dan: Trajik
Jenna: Ölüm.
Dan: 16
Jenna: 17
Dan: Şöhret
Jenna: Kötü
Dan: Çikolata
Jenna: Şekerleme
Dan: Jenna
Jenna: Çatlak!

Sonunda Dan’in sınıfa dönme vaktinin geldiğini haber veren zil çaldı. Fakat gitmeden önce hayranları için benimle birkaç fotoğraf çektirmeyi nezaketle kabul etti. Elbette poz verirken gülüşmemek için bayağı zorlandık. İnşallah bu üç fotoğraf ve inceleyerek bizzat yenilediği onun hakkında derlediğimiz bilgiler (biz zaten sürekli yenilediğimiz için düzelteceği pek fazla bir şey olmadı), hayranlarının iştahını bir süreliğine yatıştırır...

Her zamanki gibi Dan’e, ailesine ve oldukça yoğun programı arasında bir süreliğine de olsa Dan’le vakit geçirme ayrıcalığını bana tanıdığı için Warner Bros’a en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Dan ve babasıyla konuşmak harikaydı. Her Londra’ya gelişimde dünyanın en zeki, etkileyici, şaşırtıcı iki insanını tanıdığıma çok memnun oluyorum.

*: Öğrenciler 16 yaşında GCSE sınavlarına girerler çünkü İngiltere’de üniversiteye devam edebilmek için genellikle 1-2 akademik yıl devam eden “A-Level” (advanced level) diploma veya muadili bir eğitim almak zorundadırlar. AS Level A-Levelin bir kısmını teşkil eder. (ç.n.)

 

 

 

Daniel Radcliffe ile Özel Söyleşi (19.09.2005)

 

DanRadcliffe.co.uk sitesi Dan Radcliffe ile özel bir röportaj

 

 

yapmıştı. Bu röportajın en ilgi çekici kısımlarını sizlere sunuyoruz.


DanRadcliffe.co.uk, Daniel Radcliffe ile özel söyleşi

Röportaj, Pazartesi, 19/9/2005

Daniel Radcliffe, DanRadcliffe.co.uk’tan Page Banfield ile görüştü

Leavesden Stüdyoları

Page: “Ben Page, yine bir DanRadcliffe.co.uk röportajı için Leavesden Stüdyolarında Dan Radcliffe ile birlikteyiz. Bu sanırım sizinle yaptığım üçüncü röportaj.”

Dan: “Evet.”

Page: “2003’deki röportajdan sonra bana yine zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Önce bir nabız yoklarım diye düşünmüştüm. Sanırım 2003’de Sırlar Odasının promosyonunu yaparken bütün film serisi boyunca Harry’yi oynamanın çok büyük bir onur olduğunu açıkça söylemiştiniz. Şimdi dördüncü filmi tamamladınız. Hâlâ bundan onur duyuyor musunuz?”

Dan: “Evet kesinlikle, özellikle altıncı kitabı okuduktan sonra, filmlerin tamamında Harry’yi oynamanın kesinlikle yüce bir onur olduğunu düşünüyorum. Aslında bu biraz olabileceklere bağlı, yani herkes birden uzamaya başlayabilir ya da ben kısa kalabilirim, ya da tam tersine aniden ben uzarsam ne olur bilmiyorum, fakat bu.. Bütün filmleri yapacaklarını varsayarsak Harry’yi yedi filmde de oynamak kesinlikle büyük bir fırsat olurdu benim için. Fakat evet dört film halihazırda tamamlandı ve benim için onlarda oynamak büyük bir onur, çünkü biliyorsun filmlerin büyük kısmı bitti ve bunun büyük bir başarı olduğunu düşünüyorum.”

Page: “Son yaptığımız röportajda Ateş Kadehi’nin diğer senaryolar arasında favorin olduğunu açıklamıştın hatta bu senaryoya şaheser demiştin. Hâlâ favorin bu mu ve ayrıca Zümrüdüanka Yoldaşlığının senaryosunu okudun mu?”

Dan: “Zümrüdüanka Yoldaşlığının senaryosunu henüz okumadım, yanılmıyorsam hâlâ üzerinde çalışılıyor, bir taslak hazırladılar ve şimdi tekrar elden geçiriyorlar. Tamamen bitirdiklerinde okurum herhalde. Şu anda bir kopya isteyip alabilirim fakat bunun anlamı yok çünkü son hâline gelene kadar defalarca değişiyor, fakat bir sonraki taslak bittiğinde genel hatları beliriyor ve film az çok neye benzeyecek, anlayabiliyorum.”

Page: “Okuduğunuz bir kitaptan uyarlandığı için Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nın kitabından filmde olmasını istediğiniz bir sahne var mı? Firmanın henüz bir açıklaması olmamasına rağmen bu film için sete dönebileceğinizi söylemiştiniz.”

Dan: “Hayır, yani beşinci filmi kesin yapacağım. Hangi sahne... Neville ile olan her sahnenin olmasını umuyorum, çünkü çok güzel ve önemli, özellikle beşinci bölümde Harry ve Neville arasında bir bağ olduğunu öğreniyoruz ve ben bunun çok önemli bir bölüm olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Neville’i canlandıran Matt Lewis de harika oynuyor. Gerçekten onunla oyunculuk anlamında yüksek bir performans göstermeyi umuyorum çünkü o kadar sağlam bir metin ki kötü oynama gibi bir şansımız yok. Ayrıca Sirius’un sahneleri ve Dumbledore’la olan final sahnesi, kesinlikle olmasını istediğim, çok iyi bölümler.”

Page: “Zümrüdüanka Yoldaşlığı kadrosunda olmasını istediğin bir karakter var mı?”

Dan: “Yani, Luna Lovegood ve Tonks harika, bu ikisini merakla bekliyorum. Tabii başkaları da var fakat şu anda isimlerini hatırlamıyorum. Açıkçası Zümrüdüanka Yoldaşlığındakilerin tamamı… Yani Kingsley Shackelbolt kim olacak, sonra… aklıma gelmiyor… (Page Umbridge diye ekler ) Umbridge! Tabii ki! Hikâyenin çok önemli bir bölümü o. Çünkü Harry’e korkunç şeyler yapan biri. Fakat evet, gerçekten çok ilginç olacak, Umbridge’i kimin oynayacağı konusunda bir bilgim yok fakat kim oynarsa mükemmel bir şey çıkacağından eminim.”

Page: “Ateş Kadehi’ne 13 yaş sınırı var.”

Dan: “Evet.”

Page: “Uygulanan bu sınırlama için ne düşünüyorsun? Beş yaşında birinin izlemesine izin verir miydin?”

Dan: “Beynini bulandırmak istiyorsan izin verirsin (gülüyoruz..) yani hayır, aslında ben filmin tamamını izlemedim ama bazı bölümlerde gerçekten oldukça şiddet içeren sahneler var. Hele Voldemort’un olduğu final sahnesi cidden ürkütücü. Ama bence yine de izlenmeli, çünkü biz herkesin gelip izleyebileceği şekilde yapabilirdik fakat o zaman iyi olmazdı. Olmazdı çünkü kitaptaki “karanlığın” hakkını vermiş olmazdık. Sonra, konuyu biliyorsun, Kılkuyruk Harry’nin koluna bir kesik atıp kanını akıtıyor, böyle bölümler var. Geçen gün dublaj yapılırken bu sahnenin bir kısmını gördüm, korkunç olmasına rağmen bunu çıkarmayı düşünmediler. Çok korkunç. Yani bence bu sınırlandırmada haklılar, bunu hak ediyor. Ben de öyle düşünüyorum. Filmin tamamı aslında o kadar da korkunç değil. Filmin büyük bir kısmı, kesinlikle çocukların ve de herkesin izleyebileceği sahnelerden oluşuyor. Ama bazı bölümler var ki gerçekten, gerçekten korkunç ve bu da kesinlikle onlardan biri. Buna göre ejderha görevi de o kadar da korkunç olmayabilir, emin değilim, bilirsin.”

Page: “Çektiğin son dört filmden en sevdiğin film ve en sevdiğin final hangisi?”

Dan: “Şey, sanırım dördüncü film. Yani önceki üç filmde bunun temelleri atılmıştı. Bizi dördüncü filme getiren olaylar, Harry’nin başına gelecek şeyler yüzünden, sette muazzam bir heyecan vardı. Harry ve Voldemort’un karşılaşması sadece filmi izleyenler için de kitapların ve filmlerin tamamını takip edenler için de heyecanla bekleniyordu ve benim için harika bir şeydi bu, sette olmaktan hiç bu kadar mutluluk duymamıştım. Çünkü gerçekten herkes fena hâlde konsantre olmuştu, herkes insanlar sinemaya gidip filmi izlediğinde “Finalde biraz hayal kırıklığına uğradım” demesin diye mümkün olan en iyi işi çıkarmaya, öykünün hakkını vermeye çalışıyordu. Sonuçta biz de hiçbir fedakârlıktan kaçınmadan çalıştık ve bunun bir parçası olmak gerçekten çok güzeldi.”

Page: “Bir soru soracaktım ama galiba zaten bunu cevaplamış oldun, altıncı kitabı, Harry Potter ve Yarım Kan Prens’i okudun mu?”

Dan: “Evet.”

Page: “Kitabın öyküsü hakkındaki kişisel fikrin nedir ve öykünün finali hakkındaki fikrini değiştirdi mi?”

Dan: “Kitaba bayıldım, gerçekten ama gerçekten çok beğendim, diğer bütün kitaplar büyük önemli olaylarla başlıyordu, yani meselâ ”Sen bir büyücüsün”, ya da ikinci kitaptaki uçan araba, dördüncü kitapta Quidditch dünya kupası, üçüncüdeki Ruh Emiciler, Hızır Otobüs ve Sirius Black’in Azkaban’dan kaçışı… Fakat altıncı kitapta bunlardan hiçbiri yok. Çok yavaş bir açılış. Öykü hissettirmeden ağır ağır gözlerinin önünde ilerliyor ve aniden kalakalıyorsun. Yani ben bayıldım ve final konusundaki fikrimden emin değilim. Sanırım hâlâ, önceden olduğu gibi Trelawney’nin kehanetindeki bilgileri göz önüne alırsak Harry’nin son kitapta ölebileceğine inanıyorum. Hogwarts’tan ayrılacağını kesinlikle düşünmüyorum. Neler olacak gerçekten kestiremiyorum. Kitaptan çok hoşlandım. Yani Dumbledore’un ölümünü buldum hemen. Ben de daha kitaptaki hiçbir şeyi okumadan, birisinin tutup Dumbledore’un öleceğini söylediği talihsiz insanlardan biriyim. JKR söylemedi. Sadece tanıştığım biri “Ah, altıncı kitabı daha okumadın mı? Dumbledore ölüyor” dedi. Sanki onun öleceğini baştan beri biliyordum ama yine de bir süre olacaklara inanamadım. Sonra okuduğum zaman küçük bir şok geçirdim diyebilirim. Ama, evet, bayıldım kitaba. Gerçekten çok beğendim.”

Page: “Ateş kadehinde Üç Büyücü turnuvasının üç görevi arasında, hangisinin çekim aşamasında en çok eğlendin, duygulandığın hangisi ve seni fiziksel olarak en fazla zorlayan görev neydi?

Dan: “Ee, bence bütün görevler filmde çok eğlenceli fakat çekimi en eğlenceli olan, muhtemelen filmde de en eğlenceli bölüm, kendimizin yapmış olmamıza rağmen, lâbirent. Görevlerden hiçbiri beni duygulandırmadı ama birini seçmek zorunda olsaydım yine lâbirenti seçerdim. Çünkü sonlara doğru herkesin sinirleri biraz gerilmişti. Lâbirentlerin bir parçasında teknik olarak bir anlaşmazlık oldu ve sorunu çözmemiz zaman aldı. Sonuçta 3 hafta boyunca setin o bölümünde tıkıldık kaldık. (Dan kollarını açıyor) Bu da sinirlerimizi biraz gerdi. Fiziksel olarak en zor göreve gelince, o da muhtemelen suyun altında geçen bölümlerdi. Çünkü bunun için uzun bir süre dalgıçlık eğitimi aldım. Çok zordu ama filmdeki su altı sahnelerini izlediğim zaman yapabildiğimi ve bunlara değdiğini gördüm. David Holmes su altında onun gibi iyi yüzene kadar iki kat fazla çalışmam gerektiğini söylemişti. Ben de altı ay boyunca çalıştım ve çekimler boyunca tam 41 saat 23 dakika su altında kaldım. Bayağı iyiydi.”

Page: “Herhalde fragmanlarda izlediğim her şeyi biliyorum fakat bir sahne var ki kalbim yerinden fırladı. Elbette dalış sahnesinden bahsediyorum. Fakat o sahnede sudan bir fırlayışın var. “Dur bi dakka!” dedim. “Kitapta böyle bir şey yoktu ama, tanrım, acayip havalı olmuş’!”

Dan: “Biliyorum, filmde böyle bir şey yaptık. Başlangıçta emin değildim, diğer filmlerde de kitaba sadık kalmayan bir takım değişiklikler yapmış olmamıza rağmen. Fakat bence bu değişiklik çok iyi oldu. Sonra yine McGonagall’ın Noel Balosu için hepimize vals dersi verdiği bir bölüm eklendi. Bu da fragmanlarda var mı?”

Page: “Rupert’la olan bölümden küçük bir parça var ve izlerken gülme krizine giriyorum.”

Dan: “Tamam, çünkü fragmanların tamamını izlemedim. Yüzlerin değiştiği ilk fragmanı izlemiştim fakat yenisini bilmiyorum. Senaryoda yer yer kitapta olmayan sahneler var. Fakat filmde bu bölümlerin harika olduğunu umuyorum. Bunu fırlayışı ilk yaptığımızda oldukça ürkünçtü fakat harikaydı. Çünkü sonraları korkum azaldı. Setin tepesindeki bir şeye tutunuyordum ve bırakınca yirmi metre filân düşüyordum ve aşağıdan beni yakalıyorlardı. Ama bakacak olursan direk boşluğa düşüyordum ve bu da korkunçtu. İlk birkaç seferde korktum fakat sonra eğlenceli gelmeye başladı.”

Page: “Yani gelecek yıl rüzgâr sörfüne davet edersem seve seve gelirsin öyle mi?”

Dan: “Kesinlikle gönüllü kuyruğunun başına geçerim, emin ol.” (burada bir kahkaha patlatıyor)

Page: “O zaman kesin yapıyorum!”

Dan: “Uçaktan yerimi ayırtayım!”

Page: “Mike Newell’ın yönetimini Alfonso ve Chris’le karşılaştırdığında ne gibi değişiklikler görüyorsun ve çalışmaktan en çok hoşlandığın yeni oyuncular kimler?”

Dan: “Brendan Gleason’la çalışmaktan çok zevk aldım, o gerçekten harika. Küçük Barty Crouch’u oynayan David Tennant’la çalışmak da çok güzeldi. Keşke filmde daha çok rolü olsaydı ve onu daha iyi tanıyabilseydim, bunu gerçekten çok isterdim çünkü film boyunca birlikte oynadığımız sadece iki sahne var ve bunların birinde konuşmuyoruz bile. O inanılmaz biri. Ve Michael Gambon, aslında o yeni değil, üçüncü filmde de vardı, ama birlikte önemli sahnelerimiz yoktu. Ama bu filmde, birlikte yer aldığımız çok sahne var, böylelikle onu daha iyi tanıma fırsatım oldu. Tanıdığım en eğlenceli, en komik insanlardan biri. Ama onun hakkında size çok az şey söyleyebilirim. Çünkü… Demek istediğim o sadece işini yapar ve siz ne zaman rol yaptığını ne zaman normal davrandığını anlamazsınız ki bu da onun gerçekten çok hoşuma giden bir yönü. Gerçekten harikaydı. Mike Newell sorusuna gelince, o çok detaycı biri. Matt Lewis’le birlikte oynadığımız ilk sahnenin çekiminin çok kısa süreceğini zannediyorduk. Senaryoda iki satır bir şeydi. Ama Mike, ben ve Matt bu sahne üzerinde bir saat on beş dakika uğraştık. Aslında bir sahnenin bu kadar detayına girmek Matt ve benim için çok heyecan vericiydi fakat aynı zamanda “bunun provası bir buçuk saat sürüyorsa yarım sayfalık sahneler nasıl olur kim bilir” diye aklımızdan geçmedi değil. Sonra içimiz rahatladı aslında bu korkulacak bir şey değildi çünkü o kadar uğraştığımız sahne harika oldu. Ayrıca Mike’ın filmde çok iyi iş çıkardığını düşünüyorum çünkü Amerika’da yetişmiş Chris’in ve Meksikalı Alfonso’nun aksine Mike İngiliz Yatılı Halk Okulu’nda okumuş ve İngiliz bakış açısına sahip. Filmde bir ev ödevi çalışmamız var ki bunun tam İngiliz tarzı olduğunu düşünüyorum. Diğer ülkelerde özel ya da yatılı okullarda nasıl olur bilmiyorum ama biz okul bittikten sonra da birkaç saat sınıfta oturur ödev yaparız değil mi? Ve ee böyle bir sahne vardı. Rupert’la oturmuş Noel Balosuna gitmek için nasıl dans partneri bulabileceğimizi konuşuyoruz. Ve Snape gelip kafamızın arkasına bir tane çakıyor. Kendimi öyle kafama çarpan kitapla gördüğüm her defasında gülmeden edemiyorum. Neden bilmiyorum ama bu bana acayip komik geliyor. Böyle şeyler… Yani bence Mike geldi ve İngiliz tarzını konuşturdu, tam bir yatılı okul atmosferi yarattı. Tabii ki filmde, sette değil.”

Page: “Rowling’in kitaplarda Harry hakkında öngördüğü gibi bir gün dünyadaki bütün çocukların adını duyduğu biri olmakla bir şeyler kaçırdığını hissediyor musun? Bu, kitapta dokunaklı bir konuydu ve filmde de iyi işlenmişti.”

Dan: “Bir şeyler kaçırdığımı düşünüyor muyum? Hayır, hiç de değil. Yani sadece tek bir fark var, diğer çocuklardan biraz daha hızlı büyüdüm. Bu çok normal, çünkü zamanımı etrafımdaki yetişkinlerle geçirdim. Öyle ya da değil, ben harika zaman geçirdim ve gerisini önemsemiyorum.”

Page: “16 yaşında biri olarak seni “genç adam” diye tanımlayabilirim.”

Dan: “TEŞEKKÜRLER!”

Page: “Şu anda gayet heyecanlı ve mutluyken nasıl Harry’nin hissiyatına bürünebiliyorsun? Yani Ateş Kadehi’nin konusu çok karanlık ve derin. Ve ben Harry’nin yaşında bir genç için bütün bunları yaşamak nasıl bir şeydir tahmin bile edemiyorum. Nasıl hem böyle güler yüzlü ve neşeliyken filmdeki o akıllardan çıkmayan son görevin atmosferine girebiliyorsun?”

Dan: “Evet ben de bunu diyorum. Voldemort’la karşılaştığım bölüm aslında sadece rolümün bir parçası. Ama öyle değil. Etrafta dolaşıp muhabbet edecek kadar kendimi başarılı bulmuyorum. Gülümse, gülümse gülümse, Ralph Fiennes’ a gülümse… Ama birazdan rolüme gireceğim ve o benim en büyük düşmanım olacak, onu öldürmek isteyeceğim… Yani...”

Page: “Şimdi, müsadenle buna katılmıyorum çünkü SEN gerçekten iyisin, farkında değil misin? Filme gidip onu izleyen onca insan senin ne kadar başarılı olduğunun kanıtı.”

Dan: “Çok teşekkür ederim gerçekten çok naziksin. Neden riske girmediğimi söylemeye çalışıyorum. Yani gidip onunla konuşsaydım ondan gereğince nefret edemezdim. Zaten onu izleyerek, beğenerek büyüdüm. Yani, Harry’nin nefret ettiği kadar edemezdim, nefretime odaklanamazdım. Onunla konuşmayı istemedim çünkü çekimler yeterince iyi olmazdı. Başka sahnelerde, bunun kadar önemli olmayanlarında çekim başlamadan önce espri ve gülüşmeler olmadan, konsantre olmak için bir beş on saniye istersin. Çünkü ben çok fena gülüyorum. Aklıma komik bir şey gelirse ki onlardan çok var, sık olmasa da gülüyorum. Bir sahnenin ikinci çekimini hatırlıyorum, Ken Branagh’laydı sahnemiz ve Rupert’la sürekli gülüyorduk. Kesinlikle çok saçma bir şeye. Ama demek istediğim, genel olarak bunun büyük bir şey olduğunu düşünmüyorum. Sadece kendi düşüncelerini, kişisel mevzularını ya da ne varsa susturursun, bir bakıma dışarısı durur ve Harry’nin düşünceleri başlar yeniden.”

Page: “Yeniden biraz kişisel meselelere girmek istiyorum.”

Dan: “Tamam.”

Page: “Herkes sınavlarının nasıl geçtiğini öğrenmek için yanıp tutuşuyor, bana notlarını söylemene gerek yok ama nasıl, iyi mi sonuçlar?”

Dan: “Evet, gerçekten, gerçekten çok iyi..”

Page: “Harika, hâlâ koleje ya da üniversiteye gitmeyi düşünüyor musun?”

Dan: “Evet, başladım zaten. Üniversite ne olur bilmiyorum ama gelecek yıl için okula şimdiden hazırlanmaya başladım. Üç hafta kadar oluyor ve gayet iyi gidiyor. Fakat kompozisyon yazmak zorluyor beni. Kompozisyon her zaman bana en zor gelen şeydir; zaten kâğıdım, arkasında “yeterince detay yok” notlarıyla dönmüştür hep. Zaten yazmak da her zaman fazladan zor geliyordu. Ben de bilgisayar kullanmaya başladım. İşimi oldukça kolaylaştırdı. Daha detaylı çalışıyorum ve daha iyi oluyor. Evet.”

Page: “Ehliyet alma yaşına hızla yaklaşıyorsun. Herhangi bir belge aldın mı ya da kullanmayı öğrendin mi? Yakınlarda arabayla ilgili bir plân var mı?”

Dan: “Araba beni bir yerden bir yere götürsün yeter. Çünkü hızlı bir arabanın direksiyonu arkasında emniyette olur muyum bilmiyorum. Ayrıca babam dünyanın en korkunç şöförü olma eğiliminde. Ben ortalama bir şoför olacağım. Babam dünyanın en kötü şoförü, annem harika araba kullanıyor, eh ben de ortalarda bir şey olurum herhalde. Fakat pek rahat değilim bu konuda. Yani araba kullanmayı öğrenmek zorundasın fakat bir hata yaparsan kullanamazsın ve bu bir problem hâline gelir. Nasıl yapacağım bilmiyorum, göreceğiz.”

Page: “Hayranlarının müzik zevkinde çok etkilisin, hayranların en sevdiğin grupları röportajlar ve bültenlerden öğrenmiş olmalılar ki bana mail atarak bu müziği nerede bulabileceklerini soruyorlar. İkinci sorum da bununla ilgili, iTunes’de ünlülerin playlistlerini kaydediyorum. Burada hoşuna giden bir şeyler var mı?”

Not: Bu sorunun ardından Dan, menajeri ve benim aramda burada epeyi bir konuşma oldu. Konuşmanın bu bölümü kaydın dışında tutuldu yine de Dan’in bu arada hazırladığı playlisti sunmaktan memnunuz. Yakında daha fazla bilgi sahibi olacaksınız!

Dan: “Evet, sanırım bitti. Bunlar şu anda dinlediklerimin bir kısmı. The Rakes diye muhteşem bir grup dinliyorum, Capture Release adlı bir albümleri var. Sonra Hard-Fi’ın Stars of CCTV diye bir albümleri var. Bu albüm İngiltere dışında da satılıyor. CCTV kapalı devre televizyon sistemi demek. Hard-Fi kısmında bir açıklama gerekiyor çünkü grup bu albümü dünyanın her yerinde tanıtıyor fakat CCTV nedir kimse bilmiyor. Aslında temel olarak şu, nereye gidersen git, izleniyorsun, kameralar üstünde, terörle mücadele adına görüntülerin kaydediliyor. Kapalı devre tv starları bu anlamda. Yine herkese T-Rex’in Electric Warrior adlı albümünü edinmelerini öneriyorum. Çünkü ben de bunu babamın plâk koleksiyonundan bulup dinledim ve kesinlikle muhteşem.”

Page: “Bu kadar!”

Dan: “Harika!”

Page: “Aslında daha başka sorularım da vardı ama… Neyse artık.” (herkes gülüyor..)

Dan: “Çok ama çok teşekkür ederim burada bulunduğun için.”

Page: “Beni kabul ettiğin ve bu röportajı verdiğin için çok teşekkür ederim.”

Dan: “Lâfı olmaz!”

 

 

 

 

<v:imagedata src="file:///C:DOCUME~1EvLOCALS~1Tempmsohtml1

 
  BUGÜN 25 ziyaretçi (44 klik) burdaydı! .
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol